Güvenlik Sorunları Ve Kamu Diplomasisi

Yazdır

fotograf

 

Yrd. Doç. Dr. Bezen Balamir Coşkun

Küreselleşmenin ve gelişmiş iletişim teknolojilerinin dünyanın çehresini değiştirmesiyle uluslararası ilişkilerin devletlerarası ilişkiler ile tanımlı olduğu dönem sona ermiştir. Devlet dışı aktörlerin özellikle sivil toplum örgütleri ve çok uluslu şirketlerin de uluslararası sistemde etkin aktörler haline gelmesiyle sadece politik ve askeri alanda söz sahibi olmak yeterli olmamış, kamuoyu ve gündemi etkileyebilecek araçlara sahip olmak da önem kazanmıştır.

 Küresel kamuoyu uluslararası siyasette önemli bir rol oynamaya başlamış, sivil girişimler devletlerin kararlarını ve hükümet politikalarını değiştirebilir duruma gelmiştir. Bu durum da kamu diplomasisine verilen önemi artırmıştır. Böylece, ulusal çıkarların korunması ve savunulması konularında bildiri, uyarı ve muhtıra gibi klasik diplomasi yöntemleri yetersiz kalmış, bunların yanı sıra devletler yabancı kamuoylarını da hedefleyen politikalar geliştirmek zorunda kalmışlardır.

 Günümüzde hükümetler ve devletler uluslararası kamuoyunda olumlu imaj yaratabilmek için aktif olarak kamu diplomasisi çalışmaları yürütmektedir. Kamu diplomasisi zaman içinde dış politikanın her alanında etkin ve vazgeçilmez bir araç haline gelmiştir. Her devlet kamu diplomasisi araçlarını uluslararası imajını güçlendirmek ve dünya kamuoyunu kendi lehine çevirebilmek için uğraşmaktadır. Kamu diplomasisi değişik boyutları ve uygulama alanları olan bir konudur. Bu bölümde kamu diplomasisinin güvenlik alanıyla etkileşimleri tartışılacaktır.

 Soğuk Savaş sonrasında değişen güvenlik anlayışı insan faktörünün altını çizmiş ve ulusal ya da uluslararası güvenlik adına atılan her adım insan hayatına ve kişisel hak ve hürriyetlere verebileceği zarar ve/veya fayda açısından değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu durum da devletlerin güvenlik politikalarını inşa ederken askeri güce olduğu kadar yumuşak güce, dolayısıyla kamu diplomasisi araçlarını dikkate almaları hususunu ön plana çıkarmıştır.

 Bu bölümde, kamu diplomasisi kavramına kısaca değinildikten sonra, Soğuk Savaş sonrası değişen güvenlik anlayışı, güncel güvenlik sorunları ve bunlarla başa çıkmakta kamu diplomasisinin ne gibi roller oynadığı/oynayabileceği üzerinde durulacaktır. Özellikle 11 Eylül sonrası yürütülen teröre karşı savaş kapsamında ABD yönetimince başlatılan kamu diplomasisi atağı eleştirilerek, uluslararası güvenlik alanında başarılı olmuş kamu diplomasisi çalışmalarından da örnekler verilecektir.

 Kamu Diplomasisi

Kamu diplomasisi 1990’lı yıllarda popüler olmaya başlamış bir kavramdır. Özellikle Amerikan Enformasyon Ajansı’nın Amerikan Dışişleri Bakanlığı çatısı altına alınması kamu diplomasisi ile geleneksel diplomasi tanımlarının mercek altına alınmasına yol açmıştır. Kamu diplomasisi yaygın olarak kullanılmasına ve tartışılmasına rağmen geleneksel diplomasi çerçevesinde yeterince yer alamamıştır. Bu sebeple kamu diplomasisini klasik diploması tanımları çerçevesine katacak yeni bir tanım ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Şunu belirtmekte yarar vardır ki propaganda ve halkla ilişkiler çalışmaları kamu diplomasisi ile aynı anlama gelmemektedir. Propaganda, bir ideoloji ya da doktrinin sistematik olarak söz konusu ideolojiyi savunanlar tarafından çeşitli enformasyon yöntemleriyle empoze edilmesidir. Propagandanın aksine kamu diplomasisi yoluyla aktarılan bilginin doğruluğu kesindir çünkü kaynağı bellidir. Öte yandan, kamu diplomasisi halkla ilişkilerden de farklılık arz eder. Halkla ilişkiler bir kişi, işletme ya da kurumun amaçlarının halka aktarılmasıdır. Dolayısıyla, kamu diplomasisi salt propaganda ve halkla ilişkiler olarak tanımlanamaz. Bu kavramlar kamu diplomasisi ile bağlantılı olsa da kamu diplomasisi kavramını açıklamaz.

Publicdiplomacy.org’da belirtildiği üzere kamu diplomasisi tanımını 1965 yılında uluslararası ilişkiler literatürüne kazandıran Edmund Gullion kamu diplomasisini halkların tutumunun, dış politikanın oluşumu ve yürütülmesine yaptığı etki olarak tanımlamıştır. Guillon’a göre kamu diplomasisi uluslararası ilişkilerin geleneksel diplomasi dışında kalan alanlarını kapsar.[1]

Daha yakın zamana gelindiğinde, Michael McClellan (2004), Viyana Diplomasi Akademisinde yaptığı bir konuşmada kamu diplomasisini bir devletin ya da hükümetin kendi lehine iç ve dış kamuoyu oluşturabilmek amacıyla uyguladığı stratejik programlar olarak tanımlar. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kamu diplomasisi kültür, eğitim ve bilgi işlem gibi araçları aktif ve planlı olarak kullanarak bir hükümetin dış politika hedeflerini gerçekleştirmesidir. Bu bağlamda kamu diplomasisi propaganda ve halka ilişkilerin ötesinde bir kavramdır. Genel olarak, kamu diplomasisi bir devletin dış politika hedefleri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Kamu diplomasisi stratejileri ve kampanyaları belli bir politik hedefe ulaşmak için dikkatlice hazırlanır ve uygulanır. Genelde bu stratejiler hedef odaklı ve politiktir (McClellan 2004).

Özetlemek gerekirse, kamu diplomasisi kendi ulusunun düşüncelerini ve ideallerini, kendi kurumlarını ve kültürünü aynı zamanda ulusal hedeflerini ve güncel politikalarını yabancı halklara anlatma amacı taşıyan devler ve/veya hükümetlerin iletişim sürecidir (Tuch 1990). Bu süreç özellikle küresel işbirliği gerektiren güvenlik tehditlerinin uluslararası gündemi meşgul ettiği bu günlerde çok büyük önem arz etmektedir. 11 Eylül saldırılarını takiben meydana gelen makro-seküritizasyon sürecinde Amerikan yönetiminin bir kamu diplomasisi atağında bulunması kamu diplomasisinin güvenlik sorunlarının çözümünde de önemli bir rol oynamaktadır.

Değişen Güvenlik Anlayışı

Güvenlik kavramı en genel anlamıyla varlığını koruma ve sürdürme amacı taşıyan her türlü davranış biçimidir. Güvenlik, tüm toplumsal, ulusal ve uluslararası olgu ve olaylarda karşımıza çıkar. Elimine edilen bir tehdidin yerine yeni tehdit algıları üretilir. Yenilenen tehdit algılarını karşılayabilmek ve güvenliği sağlayabilmek için sürekli olarak yeni araçlar üretilir. Uluslararası sistemde yer alan tüm aktörler de tehdit algılamalarına göre çok değişik güvenlik anlayışları geliştirmektedir.

 Devlet sisteminin kurulmasından bu yana savaş ve çatışmalar uluslararası politikanın kaçınılmaz öğeleri olmuştur. Özellikle uluslararası sistemin önde gelen devletleri güç mücadelesine girişmiş ve güvenlik rekabeti uluslararası ilişkilerin ana temasını oluşturmuştur. Kenneth Waltz’ın da belirttiği gibi uluslararası ilişkilerde savaşı ve çatışmayı açıklamak barışın koşullarını anlamaktan daha kolaydır (Waltz 2002). Devletler savaş ve barış kararlarını verirken uluslararası sistemdeki yeterliliklerini göz önünde bulundururlar. Savaş anarşik uluslararası sistemin doğal bir sonucu olarak görülebilir. Savaş ve barışın getirisi ve götürüsünün hesaplanması uluslararası sistemdeki güç dengelerinin ve askeri gücün dağılımına bağlıdır. Devletlerin en temel kaygısı varlığını sürdürmek ve çıkarlarını maksimize etmektir. Riskler ve tehditlerle dolu böylesine bir ortamda devletler güçlerini maksimize edeceği ve güvenliklerini sağlayabilecekleri stratejiler geliştirme yolunu seçmişlerdir (Ifantis 2006).

 Klasik uluslararası ilişkiler yaklaşımında güvenlik bir devletin egemenliğini ve bağımsızlığını koruması olarak tanımlanmıştır ve bir devletin ekonomik, teknolojik ve askeri gücü ne kadar fazla ise o kadar güvenli olduğu varsayılmıştır. Sürekli bir güvenlik dilemması[2] ile karşı karşıya kalan devletler kendi çıkarlarını ve güvenliklerini ön plana çıkarabilecekleri rasyonel stratejiler üretmeye çalışmaktadırlar. Tehditlerin varlığı ve tehdit algıları güvenlik ve savunma stratejilerinin geliştirilmesinde önemli rol oynar.

 Soğuk Savaş sırasında hem ABD hem de Sovyetler Birliği aralarındaki güç dengesini koruyabilmek için büyük bir yarışa girmiş, özellikle askeri ve teknolojik gücün kullanım şekli süper güçler arasında güvenlik kaygısının artmasına sebep olmuştur. Bu güvenlik tanımı ve varsayımlar soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte sarsıntıya uğramış, iki kutuplu Soğuk Savaş döneminin getirdiği güç dengeleri ve güvenlik anlayışı geçerliliğini yitirmiştir. Soğuk Savaş döneminin iki ideolojik kamp arasındaki nükleer silahlanma yarışı üzerine kurulu ulusal güvenlik tehdidinin ortadan kalkmasıyla uluslararası güvenlik anlayışında köklü değişiklikler olmuştur.

 Soğuk Savaş döneminde batılı hükümetler güvenlik kavramını dar bir askeri perspektiften tanımlamışlardır. Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamı gündemi ise sınırları ve egemenlik alanlarını aşan tehditler ve problemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle 11 Eylül sonrası gelişen güvenlik algıları ve gündemi başta ABD olmak üzere hemen hemen tüm batılı devletlerin güvenlik ve savunma stratejilerini gözden geçirmelerine sebep olmuştur (Ifantis 2006).

 11 Eylül terör saldırıları ve bu saldırıları takiben Afganistan’da başlatılan anti-terör kampanyası ve Irak’ta Saddam rejimini sonlandırmaya yönelik operasyonlar Soğuk Savaş sonrası kurulmaya başlayan güç dengelerini ve oluşan uluslararası güvenlik söylemini dramatik bir biçimde değiştirmiştir. ABD’nin uluslararası sistemdeki konumu güçlenmiş ve ABD’nin stratejik çıkarları küresel çapta etkili olmaya başlamıştır. 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde hazırlanan Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji’sinde konvansiyonel ve nükleer tehditlerin yanı sıra, kitle imha silahları ve bu silahları kullanan terör örgütleri, haydut devletler (rogue states) ve başarısız devletler (failed states) öncelikli tehdit olarak ortaya konmuştur. Böylelikle, ABD’nin güvenlik gündemi özellikle Büyük Ortadoğu’nun ve Asya’nın güvenliği ile yakından bağlantılı hale gelmiştir.

 Soğuk Savaş döneminde askeri boyutu vurgulanan uluslararası güvenlik 11 Eylül tarzı terör saldırılarının artması ve küresel ısınmanın sebep olduğu çevre felaketlerinin artmasıyla insani bir boyut da kazanmıştır. 11 Eylül sonrası Amerikan Hükümetince yürütülen makro-seküritizasyonun terör tehdidinin insanlık boyutunun altını çizmesi 21. yüzyıl güvenlik gündeminin sert güç ihtiyacının yanı sıra yumuşak güç kullanma ihtiyacını da işaret eder. Bu demektir ki uluslararası güvenlik gündeminde meydana gelen bu büyük çaplı değişiklikler hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki hükümetler kadar sivil kamuoyunu da yakından ilgilendirir duruma gelmiştir.

 Son olarak, ABD ulusal güvenliğini uluslararası arenada etkinliğini ve hegemonyasını artırarak korumayı hedeflerken, ABD’nin bu hedefi gerçekleştirebilmesi için müdahale ettiği devletlerin ve bu ülkelerin nüfuslarının güvenliği göz ardı edilmiştir. Avrupa Birliği’nin Batı Avrupalı üyeleri başta olmak üzere ABD’nin 11 Eylül sonrası takip ettiği, müdahaleye dayanan ve temel insan haklarını hiçe sayan güvenlik stratejilerini eleştiren uluslararası aktörler ve ABD’nin müdahaleleri sonucu ekonomik ve politik kargaşa ortamından olumsuz etkilenen halklar arasında Amerikan karşıtlığı yaygınlaşmıştır. Bu durum ABD’nin güvenlik stratejileri gerçekleştirmesi ve süper güç olma iddiasını sürdürebilmesi için kullandığı askeri güce ek olarak yumuşak güç kullanımına da önem vermesi ve aktif bir kamu diplomasisi atağına geçmesini gerektirmiştir.

 Genelde Avrupa Birliği’nin güttüğü dış politika ve güvenlik politikaları ile özdeşleşen yumuşak güç, karşısındakini güç kullanmadan ikna etme yöntemlerini kapsar. Bir ülkenin yumuşak güç kullanabilme yetisi o ülkenin kültürü, değerleri ve politikaları ile bağlantılıdır. Zekice planlanmış güç stratejileri sert güç ile yumuşak gücü harmanlayabilmiş olanlardır. Aslında Soğuk Savaş döneminden beri kamu diplomasisi çeşitli devletlerin yumuşak güç kullanım araçlarından olmuştur. 11 Eylül sonrası sürdürülen teröre karşı savaşta da görülmüştür ki sadece sert güç kullanımı sorunu çözmekte yetersizdir. Özellikle teröre karşı savaşın sürdürüldüğü coğrafyalarda yaşayan insanların hem akıllarını çelebilmek hem de gönüllerini kazanabilmek gereklidir. Bunun için de kullanılması gereken tüm stratejik araçlar kamu diplomasisi kapsamında yer almaktadır (Nye 2008). Akıllıca yürütülecek bir güvenlik politikası askeri gücün yanı sıra sivil toplum örgütlerince yürütülecek kamu diplomasisi çalışmalarını da kapsamalıdır. Bu gerçek başta ABD olmak üzere tüm Batılı güçlerce kabul edilmiştir.

 11 Eylül Sonrası ABD’nin Kamu Diplomasi Atağı

21. yüzyılın başlarına kadar oldukça güvenilir bir imaja sahip olan ABD bu yüzyılın başlarında hızlı bir yıpranma sürecine girmiştir. Beklenenin aksine Irak’ı işgali öncesi ve sonrasında arzu ettiği uluslararası desteği bulamayan Amerikan yönetimi aynı şekilde taşeronlar aracılığıyla, işgal ettiği topraklarda yaşayan insanların iyiliği için değil de “küresel hâkimiyet” idealini gerçekleştirmek için giriştiği bu savaştan ABD’nin uluslararası arenada belki de en önemli sermayesi olan imajını yıpratarak çıkmıştır. Bunun sonucunda Başkan George W. Bush, Amerika’nın yıpranan imajının yeniden değerlenmesi için yoğun bir kamu diplomasisi kampanyasına başlamıştır.

Amerikan imajının özellikle Ortadoğu’daki kilit stratejik ortakları arasında bile olumsuz noktalara ulaşması ile Başkan Bush döneminde kamu diplomasisi konusu ön plana çıkmıştır. Bu doğrultuda 2001 - 2009 yılları arasında Kamu Diplomasisi Müsteşarlığına dört atama yapılmıştır. Yapılan atamalar çok parlak isimler olsa da bu görevde başarılı olamamışlardır. Bush yönetimi tarafından yürütülen ve bölgedeki Amerikan çıkarlarını bölge halklarının çıkarlarının önüne koyan politikalar değişmedikçe Amerikan markasının Ortadoğu’daki imajının düzelmesi konusunda kamu diplomasisi uzmanlarının hiç bir şansı yoktu. Nitekim öyle de oldu. Özellikle bir yandan Irak Savaşı ve Afganistan’daki operasyonlar devam ederken, bir yandan da Abu Gharib ve diğer yerlerden gelen işkence ve hukuka aykırı gözaltı olayları ortaya çıktıkça Amerika’nın uluslararası arenada kamu diplomasisi çabaları ve Amerika’nın imajını düzeltmeye yönelik bu çabalar yetersiz kaldı.

Amerika’nın önde gelen reklamcılarından ve “Business for Diplomatic Action” gurubunun kurucusu Keith Reinhard, Amerika’nın özgürlük ve fırsat eşitliği ile özdeşleşen markasının 11 Eylül sonrası alınan ağır sınır güvenliği politikaları sebebiyle de yıprandığını; bunun Amerika’ya karşı uluslararası kamuoyunda -özellikle Müslümanlar arasında- kaygı ve öfkeye yol açtığını iddia etmektedir (Soble 2009). Sadece Müslüman olduğu için ya da koyu tenli ve sakallı olduğu için masum insanların sınırlarda tutulması, sorgulanması ya da tedirgin edilmesi ile ilgili kaygı verici hikâyeler Amerika’nın “özgürlükçü” ve “herkese kucak açan” imajını ciddi şekilde zedelemiştir.

Amerika’nın 11 Eylül sonrası düşüşe geçen marka imajını düzeltebilmek için yapılan atılımlardan biri de Amerika’da radyoculuğun duayeni olarak tanınan Norman Pattiz’e Arap dünyasında yayın atağına geçerek Arap asıllı programcıların Amerika adına konuştuğu bir yayın anlayışının yaygınlaştırılmaya çalışılması olmuştur. Pattiz göreve başladığında Arapça yayın yapan Amerika’nın Sesi radyosu Amerika’nın Ortadoğu’daki tek yayın organı idi. Amerikan hükümeti tarafından yapılan haber ağırlıklı programların çok kısıtlı bir dinleyici kitlesi vardı. Bunu değiştirmek için atağa geçen Pattiz yüzde 75’i Arapça ve İngilizce pop müzik programlarının oluşturduğu Radio Sawa’yı kurararak hem Amerika’da yaşayan Arap kökenli gençlere hem de Ortadoğulu gençlere ulaşmayı hedeflemekteydi. Pattiz’in yayın atağı aynı amaca hizmet eden ve uydudan yayın yapan bir TV kanalının da yayına başlamasıyla devam etti. Adı Alhurra (Özgür) olan bu TV kanalı Amerikan Kongresi tarafından finanse edilmesine rağmen özel bir yayın organı olarak lanse edilmiştir (Soble 2009). Hem Radio Sawa hem de TV Alhurra’da ortaya çıkan hükümet destekli/özel yapı kısa süre içinde karmaşaya sebep olmuş, zaten yapılan yayınlar bölgede Amerikan propagandası olarak algılanmış ve fazla talep görmemiştir.

Kısaca, 21. yüzyılın ilk on yılı boyunca Amerika’nın marka imajının Amerika’nın tüm güvenlik algılamalarının ve dış politika hedeflerinin merkezinde yer alan Ortadoğu’da düzeltilmesine yönelik yapılan tüm pazarlama atılımları sonuçsuz kalmış, yapılan her şey Amerikan propagandası olarak algılanmıştır. Bu ise Amerikan markasını negatif olarak etkilemiştir. Bu durum Simon Anholt tarafından her yıl yapılan Ulus Marka Indeksi (Nation Index) çalışmasında da ortaya çıkmış ve 2008 yılında bir marka olarak ABD yedinci sıraya kadar gerilemiştir. Anholt’un Ulus Marka İndeksi dünyaca ünlü kamu diplomasisi danışmanı Simon Anholt tarafından ulusların marka imajlarını ölçen bir indekstir ve Anholt’a göre ilk 10 sırada yer alan ülkelere bakıldığında bir ulusun marka imajı ile o ülkenin siyasi ve ekonomik statüsü arasında güçlü bir korelasyon olduğu görülmektedir (Anholt’s Nation Brand Index 2008). Bu da, 11 Eylül sonrası Amerika’nın izlediği güvenlik politikaları ve dış politika ekseni dikkate alındığında Amerikan markasının bu dönemde uluslararası arenada popüleritesini yitirmesini, buna karşılık Almanya ve Fransa gibi Amerika’nın Irak’ı işgaline ve terörle savaş adı altında yapılan uluslararası hukuka aykırı uygulamalarına yüksek sesle karşı çıkan Avrupalı ülkelerin bu indekste üst sıralara tırmanmasını net bir şekilde açıklamaktadır. 2008 indeksinde ortaya çıkan çarpıcı rakamlardan biri de bir ulusun uluslararası alanda sorumlu davranıp davranmadığını ölçen “yönetişim” bölümünde ABD’nin ancak 22. sırada yer almasıdır.

Amerikan markasının kötü gidişatı 2009 yılında Barack Obama’nın başkan seçilmesi ile tersine dönmüştür. Kendisi başlı başına bir süper marka olarak lanse edilen Obama başkanlığının neredeyse birinci yılı dolmadan Nobel Barış Ödülü alması Amerika’nın uluslararası alandaki marka değerini ve imajını yeniden eski parlak günlerine getirir gibi olmuştur. Amerika, Obama yönetiminin başa geçmesinden sonra yapılan ilk Ulus Marka İndeksinde hızla birinci sıraya yerleşmiştir (Country Brand Index 2009). Andrew Hammond’un PR Week UK dergisindeki yazısında referans verdiği kamuoyu araştırmaları da Amerikan karşıtı kamuoyunun -özellikle Batı Avrupa’da- düşüşte olduğu pek çok ülkede Amerikan taraftarı görüşlerin yüzde otuzlara kadar yükseldiği görülmektedir. PEW Research Centre’ın yaptığı araştırmaya göre Amerika ile ilgili algılardaki olumlu değişimin en önemli sebebi dünya kamuoyunda Obama’nın uluslararası arenada doğru şeyleri yapacağına dair inançtır (Hammond 2010). Amerika’nın marka değerinin algılanmasındaki bu sıçrama Barack Obama’nın sadece Amerika’da değil neredeyse tüm dünyada Amerika’yı Amerika yapan özgürlük, fırsat eşitliği, etnik çeşitliliğe ve dinsel inanışlara saygı gibi değerleri en iyi şekilde temsil ettiğine dair inanç olmuştur. Amerikan markasının yükselişinin kalıcı ve sürdürülebilir olması için Obama’nın politikalarının da bu inancı desteklemesi şarttır.

2006 yılında yayınlanan Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi güvenlik ile alakalı 8 hedef belirlemiştir. Bunlar, insan onurunu korumak; teröre karşı küresel ittifakı güçlendirmek; bölgesel çatışmaları önlemek; kitle imha silahlarının yaygınlaşmasını önlemek; küresel ekonomik büyümeye katkıda bulunmak; dünyadaki gelişmişlik düzeyini yükseltme çabalarına katkıda bulunmak; tüm bunları gerçekleştirirken diğer küresel güçlerle işbirliği yapmak ve ABD’nin ulusal güvenlik kurumlarını 21. yüzyılın değişen güvenlik ortamına ayak uydurabilir hale getirmektir. Tüm bu stratejilerin hayata geçirilmesinde ise bu raporda kamu diplomasisinin vazgeçilmez olduğu ifade edilmiştir. Buna göre kamu diplomasisi aktivitelerinin ABD’nin özgürlük, insan hakları ve insanların eşitliği gibi konulara verdiği önemin altının çizilmesi ve ABD kamu diplomasi atağının özellikle özgürlük ve demokrasi savaşı verenleri destekleyecek biçimde inşa edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

ABD özellikle Irak, Afganistan ve Pakistan’da sürdürdüğü operasyonlarda yerel halkların çıkarlarının isyancı guruplar ile değil ABD ile birlikte işbirliği halinde olarak korunabileceğini anlatabilmek için aktif kamu diplomasi çalışmasına girişmiş (Ackerman 2009) ama bu çabalar çok da başarıya ulaşamamıştır. ABD’nin George W. Bush dönemi ve sonrasında giriştiği kamu diplomasisi atağının başarıya ulaşamamasının ardında ABD’nin kamu diplomasisi atağını bir imaj düzeltme projesi olarak görmesi ve ağırlıklı olarak karşı tarafın gönlünü kazanacak girişimler yerine imaj düzeltici çalışmalar yapması yatmaktadır. ABD’nin kamu diplomasi çalışmasını kendi ulusal güvenliğini koruma altına alabilmek için yaparken bunu küresel güvenlik, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve kalkınması gibi hedeflere bağlaması ABD’nin kamu diplomasisi atağının güvenlik sorunlarının çözümünde başarısız olmasına ve uluslararası kamuoyunca eleştirilmesine neden olmuştur.

Güvenlik Sorunlarının Çözümünde Kamu Diplomasisi: Monolog, Diyalog ve İşbirliği

Son yıllarda etkin bir kamu diplomasi stratejisinin devlet ve sivil aktörlerin diğer ülke halkları ile iletişim konusunda yalnızca monolog değil bir diyalog sürecini de içermesi konusunda bir mutabakat oluşmuştur (Bkz. Riordan 2004; Council on Foreign Relations 2002). 1997 yılında, ABD Bilgi Ajansı misyonunu değiştirerek diyalog yöntemini çalışmalarının merkezine koymuştur. Hatta Geoffrey Cowan ve Amelia Arsenault gibi akademisyenler monolog ve diyalog yönteminin önemini kabul etmekle birlikte bu yöntemlere ek olarak “birlikte çalışma” yönteminin de kamu diplomasisinin başarıya ulaşması için gerekli unsurlardan olduğunu tartışmaktadırlar. Yerel halkların da katkıda bulunacağı ortak platformların oluşturulması ve yaygınlaştırılması bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bu yöntem çoğu zaman kamu diplomasisinde monolog ve diyalog yöntemlerinden daha başarılı olmaktadır.

 

Kamu diplomasisinde işbirliği yöntemini en yaygın olarak kullanan devletler İskandinav ülkeleridir. Danimarka ve İsveç gibi ülkelerin kamu diplomasi aktiviteleri ilgili Dışişleri Bakanlığı tarafından organize edilmekte, Danimarka/İsveç Yardım Ajansları (DANIDA ve SIDA) ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla yürütülmektedir. Kamu diplomasisi çalışmaları Danimarka ve İsveç hükümetleri tarafından desteklenmektedir. Özellikle sivil toplum örgütleri aracılığıyla yürütülen çalışmalar yerel halkın da katkıları ile gerçekleştirilmektedir. Bu da İskandinavlar tarafından verilmek istenen mesajların istenen hedefe ulaşmasını kolaylaştırmaktadır ve uluslararası kamuoyunu olumlu olarak etkilemelerine yardımcı olmaktadır.

Benzer bir yöntem Türkiye tarafından Kuzey Irak ve Afganistan’da uygulanmaktadır. Türk askerleri Afganistan’da yürütülmekte olan uluslararası barış harekâtının halk tarafından en çok benimsenen askeri gücü olmuştur. Bunun ardında yatan en önemli etmen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afganistan’da askeri varlığına ek olarak sosyal olarak da varlık göstermesidir. Türk askeri birlikleri Afgan halkı ile birlikte çalışarak Afgan halkına başta sağlık hizmetleri olmak üzere çok çeşitli sosyal hizmetler sunmaktadır. Özellikle sağlık hizmetlerinin kurulan hastaneler aracılığıyla yürütülmesi Türk güvenlik güçlerinin Afgan halkı nezdinde güvenilirliğini arttırmış, bu da Türkiye’nin kamu diplomasisi alanında Afganistan’da başarılı olmasına sebep olmuştur.

Kuzey Irak’ta da kamu diplomasisi konusunda başarılı sayılabilecek girişimler Türkiye’nin bölgede yumuşak güç kullanma kararını takip eden son on yılda gerçekleşmiştir. Kuzey Irak’ın Türkiye’nin güvenliği için ne kadar önemli bir coğrafya olduğu tartışma götürmemekle beraber 1990’lı yıllar ve 2000‘lerin ortasına kadar sürdürülen sert güç politikaları Türkiye’nin Kuzey Irak kaynaklı güvenlik sorunlarının çözümüne fazla bir katkıda bulunamamıştır. Ancak 2006 yılından sonra girişilen kamu diplomasisi atağıyla Kuzey Irak’ta bölgede yaşayan halkla birlikte onların refahını ön plana çıkaran çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 2010 yılının sonlarına yaklaşılırken Kuzey Irak ile yapılan ticaretin hacminin Türk dış ticaret hacmine katkısı artmış, bölge ile sağlık, eğitim ve kültür alanlarında işbirliği çalışmalarına hız verilmiştir. Kuzey Irak’ta açılan 11 Türk koleji 3000 öğrenciye eğitim vermekte, Erbil’de açılan Türk üniversitesi ise her sene 300-400 öğrenci kabul etmektedir. Kuzey Irak’ta hizmet vermekte olan hastaneye ek olarak bir Türk hastanesi daha planlanmaktadır (Güngör 2010). Eğitim, sağlık ve kültür gibi alanlarda yerel halkla birlikte onlar için bir şeyler yapmak, yani hem onları ikna edip hem de kalplerini kazanmak Türkiye’nin lehine bir durumdur. Kuzey Irak kamuoyunda popülaritesi artan bir ülkeye karşı, onun güvenliğini tehdit edebilecek girişimler halk nezdinde kabul görmeyecektir. Demokratik bir sistem oturtmaya çalışan, dolayısıyla halkın seçimlerdeki desteğinin gittikçe önem kazandığı bir politik sistemde halk arasında popüler olan bir ülke ile stratejik ortaklık yapmak ve Türkiye’ye karşı oluşan Kuzey Irak merkezli tehditleri önlemek için çaba göstermek Kuzey Irak’lı politikacıların da tercih edeceği politikalar olacaktır.

Bir diğer örnek olarak, kamu diplomasisini yeni güvenlik konseptinin merkezine alan Batı’nın en güçlü güvenlik ve savunma paktı olan NATO’nun güvenlik-kamu diplomasisi bağlantısını nasıl kurduğundan bahsedilebilir. İki kutuplu Soğuk Savaş güvenlik sisteminin 1990‘larda çökmesiyle NATO yeni dünya düzeninde bir kimlik arayışına girmiştir. 1990’lardan günümüze NATO’nun evrimine tanık olanlar örgütün nasıl Avrupa merkezli askeri bir savunma paktından yumuşak güç odaklı küresel bir güvenlik sağlayıcı güç haline gelmeye çabaladığını gözlemlemiştir. Bu yeni Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamında NATO için kendine bir yer bulma ve varlığını yasallaştırma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç, NATO’yu dünya güvenlik haritasının en hareketli bölgelerinden olan Ortadoğu ve Akdeniz’deki ülkeler ile yakın ilişkiye geçmeye zorlamıştır. Bu kapsamda NATO’nun Ortadoğu ile ilişkileri 1994 yılından başlatılan Akdeniz Diyalogu (Mediterranean Dialogue) ve 2004 yılında başlatılan İstanbul İşbirliği Girişimi (Istanbul Cooperation Initiative) aracılığıyla yürütülmektedir. NATO’nun yeni stratejik konsepti NATO’nun Ortadoğu’daki Arap ve Müslüman kamuoyu nezdindeki imajını güçlendirmek için Paktın bölgedeki uluslararası güvenlik rolü yeniden tanımlanmaktadır. Bu bakımdan NATO’nun kamu diplomasisi araçlarını kullanması önem arz etmektedir. NATO terörizm, kitle imha silahları ve radikal İslami hareketlerin Batı kadar bölgenin de güvenliğini tehdit ettiği konusunda bölge halklarını ikna edebilmek için yoğun bir kamu diplomasisi atağına girişmiştir.(Scatamacchia 2010). Sadece politik girişimler, Akdeniz Girişimi ve İstanbul İşbirliği Girişimi’nde olduğu gibi, nihai bir başarıya ulaşamaz. NATO’nun aktif olarak yer aldığı ülkelerde misyon kapsamında görev yapan ülkelerin bağımsız girişimleri de yeterli olmamaktadır. Örneğin, Afganistan’da Türkiye’nin kamu diplomasisinde başarılı olması burada NATO’nun başarılı addedildiği anlamına gelmez. NATO’nun da bölgede bir tanıtım atağına ve bölge halkıyla birebir işbirliğine ve diyaloga geçmesi gerektiği gerçeği yaygın olarak kabul edilmiştir.

 Sonuç

Bu bölümde kısaca kamu diplomasisinin günümüzde uluslararası politikanın her alanında olduğu gibi güvenlik sorunlarının çözümlenmesinde de önemli bir rol oynadığı tartışılmıştır. Uluslararası güvenlik alanında kamu diplomasisi özellikle çatışmaların sona erdirilmesi ve barış gücü gibi misyonlarla diğer devletlerin içişlerine müdahale etmek durumunda kalan uluslararası aktörlerin oradaki varlıklarını yerel kamuoyuna anlatabilmek için çok önemlidir. Ayrıca, bu tür müdahalelerde bulunan uluslararası aktörlerin dünya kamuoyundaki imajlarının güçlendirilmesi için de kamu diplomasisi araçları yoğun olarak kullanılmaktadır. Sınırları aşan güvenlik tehditlerinin çözümünde de politik işbirliği yapmak durumunda olan devletlerin çabaları yeterli olmamakta, yerel kamuoylarını da ikna edebilmek ve onların da gönlünü kazanabilmek gerekmektedir. Özellikle terör, sınırları aşan kaçakçılık gibi konularda yerel halkların organize guruplara katılıp bu grupları desteklemelerini önleyebilmek için onlar için onlarla birlikte bir şeyler yapabilmek de gereklidir. Bu bağlamda sağlık ve eğitim hizmetleri sunmak, ekonomik işbirliği gibi platformlarda fırsatlar geliştirebilmek pek çok tanıtım faaliyetine dayalı kamu diplomasisi metotlarından daha etkili olabilmektedir. Özellikle USAID, SIDA, DANIDA gibi yardım ajansları aracılığıyla yapılan müdahaleler güvenlik sorunlarının çözümünde askeri müdahalelerden çok daha etkin olabilmektedir. Bu da kamu diplomasisinin uluslararası güvenlik tehditlerinin elimine edilmesinde oynadığı rolün önemini işaret etmektedir.

NOTLAR


[1] http://www.publicdiplomacy.org/100.htm

[2] Güvenlik dileması için bkz., Barry R. Posen, 'The Security Dilemma and Ethnic Conflict' içinde Michael Brown (ed.), Ethnic Conflict and International Security, Princeton, Princeton University Press, 1993; Robert Jervis, 'Cooperation under the Security Dilemma', World Politics, Vol. 30, No. 2, January 1978, ss. 167-214; Randall L. Schweller, 'Neorealism's Status-Quo Bias: What Security Dilemma?', içinde Benjamin Frankel (ed.), Realism: Restatements and Renewal, London, Frank Cass, 1996; Robert Jervis, Perception and Misperception içinde International Politics, Princeton, N.J., Princeton University Press, 1976.

 KAYNAKÇA

 2009 Country Brand Index / Executive Summary, Future Brand

 Anholt’s Nation Brand Index 2008 Released, Nation-branding.info, 2008

 Ackerman, Spencer. ‘Judith McHale on Public Diplomacy’s Role in National Security’, Washington Independent, 11 Haziran 2009

http://washingtonindependent.com/46590/judith-mchale-on-public-diplomacys-role-in-national-security

Council on Foreign Relations. Public diplomacy: A strategy for reform. A report of an Independent Task Force on Public Diplomacy, Washington DC: Council on Foreign Relations, 2002

Cowan, Geoffrey ve Arsenault, Amelia. ‘Moving from Monologue to Dialogue to Collaboration: The Three Layers of Public Diplomacy’, The Annals of the American Academy of Political and Social Science, 616, 2008, ss.10-30

 Güngör, Nasuhi. ‘Türkiye-Suriye-Irak nasıl birleşir?, Star Gazetesi, 28 Ekim 2010

 Hammond, Andrew. ‘Impact of Barack Obama’s First Year in Office on the Wider Brand America’, PRWeek UK, 3 Şubat 2010

Ifantis, Kostas. ‘International Security: A Paradigm Shift’, içinde International Security Today, (eds.) Mustafa Aydın ve Kostas Ifantis, Ankara: SAM Papers, 2006

 Jervis, Robert. 'Cooperation under the Security Dilemma', World Politics, Vol. 30, No. 2, January 1978, ss. 167-214

 Jervis, Robert. Perception and Misperception in International Politics, Princeton, N.J., Princeton University Press, 1976.

McClellan, Michael. Public Diplomacy in the Context of Traditional Diplomacy, Presented at Vienna Diplomatic Academy, 14 Ekim 2004

Nye, Joseph, S. Jr. ‘Public Diplomacy and Soft Power’, The Annals of the American Academy of Political and Social Science, 616, 2008, ss. 94-109

 Posen, Barry R. 'The Security Dilemma and Ethnic Conflict' içinde Ethnic Conflict and International Security, Michael Brown (ed.), Princeton: Princeton University Press, 1993

Riordan, Shaun. Dialogue-based public diplomacy: A new foreign policy paradigm? Discussion

Papers in Diplomacy, no. 95, The Hague: Netherlands Institute of International Relations Clingendael, 2004

 Schweller, Randall L. 'Neorealism's Status-Quo Bias: What Security Dilemma?', içinde Realism: Restatements and Renewal, Benjamin Frankel (ed.), London: Frank Cass, 1996

 Scatamacchia, Donatella. ‘Public Diplomacy in the Greater Middle East’, Atlantic-Community.org, 31 Ağustos 2010, http://www.atlantic-community.org/index/articles/view/Public_Diplomacy_in_the_Greater_Middle_East_

 Soble, Alex. ‘The Business of Brand America’, Globalist, 4 Nisan 2009

 Waltz, Kenneth. 'The Continuity of International Politics,' içinde Worlds in Collision: Terror and the Future of Global Order (ed.) Ken Booth and Tim Dunne, Basingstoke, Palgrave, 2002