“Kapasite İnşası” Politika ve Programımız Yok
TASAM’ın kuruluş fikri nasıl ortaya çıktı?
“TASAM” isminden de anlaşılacağı üzere duyduğumuz bir “endişe”den yola çıktı... Endişemiz Türkiye’nin, 21. yüzyılda yeniden şekillenen dünya sistematiği içinde tarihi referanslarından da ilham alarak nasıl daha etkin olabileceği, insan kaynağına dayalı ulusal ve uluslararası vizyonunu nasıl geliştirebileceği idi… İşte bu endişe temelinde çözüm üretmek ve hizmet etmek TASAM’ın kuruluş fikrini oluşturmuştur.
TASAM enerjisini hangi konularda araştırmalara harcıyor? Bize biraz da kadronuzdan ve çalışma düzeninizden bahsedebilir misiniz?
TASAM ulusal çalışmaların yanı sıra dokuz dış politika alanında faaliyet gösteriyor. Bunların dördü kıta bazında kurumsallaşma sırası ile Asya, Afrika, Avrupa, Latin Amerika ve Karayipler. Üçü, Türkiye’nin her parametrede birinci derece güvenlik kuşağı olan Balkanlar, Karadeniz - Kafkas ve Ortadoğu alt bölgeleri. İslam ve Türk Dünyası olarak iki de kimlik alanı bulunuyor. Bu kapsamda TASAM’ın kurumsallaştırdığı ve her yıl periyodik olarak gerçekleştirdiği çok sayıda kongre, forum, misyon toplantıları, ülke toplantıları, akademik yayınlar, raporlar, kitaplar gibi süreçlerinin içini dolduran çalışmalar bulunuyor.
TASAM tüm bu alanlarda edindiği ciddi kazanımları Türkiye’deki büyük projelere aktarıyor. En önemlisi üç yıldır Cumhurbaşkanlığı Manevi Himayesinde devam eden “Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023” Projesi. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı olan 2023’te Türkiye’nin varmak istediği hedeflere nasıl ulaşabileceğiyle ilgili perspektif çizmeye çalışan ve bütün tarafları proje içinde katılımcı olarak buluşturan bir “konsept” proje.
25 kişilik çekirdek kadromuz ile projeler bazında esnek iş birliği modelleri üzerinden ülkemizin tüm entelektüel birikimine ulaşmaya çalışan bir çalışma düzenimiz var. Kadroda çok sayıda uzman, akademisyen ve emekli diplomat bulunuyor. Ayrıca TASAM’ın dört kıtada düşünce kuruluşları ağırlıklı çok ciddi kurumsal ağları var ki bunlar en önemli kazanımlardır.
2000’li yıllara kadar düşünce kuruluşu olarak sadece ASAM vardı ve ASAM’a baktığımızda asker kökenli bir düşünce kuruluşu olduğunu görüyoruz. 2000 sonrası sayıları hızla artan ve gerek dış politika gerekse iç politika meselelerinde sivil çözüm temelli fikirler üreten araştırma merkezlerinin sayılarının artışlarını Türkiye’de gerçekleşen askeri vesayetten sivil ve demokratik hayata geçiş süreci çerçevesinde okuyabilir miyiz? Siz bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
ASAM’ın kuruluşundaki konjonktür belki buna uygundu. “Strateji” ifadesi, “ordu yönetmek” anlamına da geliyor. ASAM’ın kurulduğu yıllarda bu işi en iyi askerlerin bildiği varsayılıyordu. Fakat zamanla “sivil inisiyatif” geliştikçe bu alanda da sivil düşünce egemen hale geldi. Dolayısıyla bu durumu, sosyolojik bir gelişme ve olgunlaşma olarak görmek gerektiği kanaatindeyim. Tabii ki, asker kökenli kişilerin kendi alanlarıyla ilgili uzmanlıklarının da ciddiyetle önemsenmesi gerekir.
Düşünce kuruluşlarının sayılarının artmasındaki temel nedenler nelerdir?
Bu tamamen Türkiye’nin vizyonuyla ilgili bir durum. 200 - 250 yıldır içine kapanık ve her parametrede savunma odaklı bir yaklaşım izleyen ülkemiz, son 10 yıl içinde dünyada gelişen çok boyutlu güç sistematiğine uyum sağlamak için daha vizyoner daha inisiyatif alan bir politika izlemeye çalıştı. Kendisini “bölgesel güç ve küresel aktör olmaya çalışan bir ülke” olarak tanımladı. Eğer siz böyle bir vizyona, böyle bir ülke perspektifine ulaşmak istiyorsanız, dünyadaki pratiklerine baktığınızda çok sayıda düşünce kuruluşuna sahip olmanız gerekir. Hem potansiyel ilgi alanınıza giren ülkeler ve bölgelerle ilgili, hem de kendi içyapınızla ilgili düşünce sistematiğinizin zenginleşmesi ve kurumsallaşması gerekir. Hâlihazırdaki düşünce kuruluşlarının sayısı Türkiye’nin büyük iddiaları ve hedefleri açısından çok azdır.
Düşünce kuruluşlarına baktığımız zaman temel kaynaklarını üniversitelerden sağlıyorlar. Ancak üniversiteler toplumsal konularda bilgi ve fikir üretiminde düşünce kuruluşları kadar verimli değiller. Siz bu konuda üniversiteleri sorunlu görüyor musunuz? Size göre üniversiteler toplumsal konularda fikir üretimi konusunda neden yetersiz kalıyor?
Üniversiteler görevlerini yapsalar, düşünce kuruluşlarına çok sofistike alanlar kalır. Ama son on yıllardır Türkiye’de yaşanan ideolojik bölünmüşlük ve üniversitelerin şekilsel konuların dışına çıkamıyor oluşu bu alanda büyük bir boşluk doğuruyor. Tabii ki üniversitelere çok büyük görevler düşüyor ama henüz bu görevleri yapacak vizyon dönüşümünü gerçekleştirebilmiş değiller. Sadece düşünce alanında değil ekonomi ve sanayide toplumun insan kaynağı odaklı dönüşümünde en büyük rol üniversitelere ait.
Hükümet ve kamu kuruluşları ile ilişkileriniz nasıl? Ne sıklıkla sizin görüşlerinize başvuruyorlar?
Biz ürettiğimiz çalışmaların karar alıcılara ulaşmasına büyük önem atfediyoruz. Çünkü sonuçta her düşünce kuruluşu, karar alıcıları ülkenin daha iyi yönetilmesi yönünde etkilemeye çalışır. Bu anlamda bütün ilgili kurumlarla sağlıklı, verimli diyalog ve iş birliği içinde olduğumuza inanıyoruz.
Sizce Türkiye’de düşünce kuruluşları devlet organlarından ve özel sektörden gerekli ilgiyi görüyorlar mı? Sizin idealinizdeki devlet-düşünce kuruluşu, özel sektör-düşünce kuruluşu ilişkisi nasıl?
Öncelikle bu konuda bir “farkındalık” oluşması gerekiyor. Türkiye çok büyük iddialara sahip olsa da henüz bu anlamdaki gerekliliklerin farkında değil. En önemlisi, devlet bu kuruluşlara yaklaşımında onların entelektüel onurlarını koruyacak, verimli üretim yapmalarını sağlayacak bir perspektifi henüz geliştirmemiştir.
Türkiye sahip olduğu bu büyük iddiaların içini nasıl dolduracağıyla ilgili kapasite inşa sürecinde bilinçli bir politikaya sahip değil. Bu konjonktür hem devlet sektörüne hem de özel sektöre yansıyor.
Düşünce kuruluşları boyutundan baktığımız zaman ise, hem devlet kuruluşlarıyla hem özel sektörle entelektüel verimliliği koruyacak onurlu çizgiyi muhafaza etmeleri gerekliliği önümüzde duruyor. Sonuç olarak finansal kaynak ile entelektüel üretim ve onurlu duruş arasında belirli bir denge kurulması gerekiyor. Geçmişle kıyasladığımızda önemli mesafeler kat edildi ancak önümüzde düşünce kuruluşları ile özel sektör ve düşünce kuruluşları ile devlet sektörü arasında yapılması gereken çok iş var.
Düşünce kuruluşlarına baktığımızda iç meseleler kadar hatta iç meselelerden daha fazla dış politika konularına analizler yaptığını görüyoruz. Gelişen Türk dış politikasının düşünce kuruluşlarının bu alanlarda çalışmasına etkileri nelerdir? Dış politika ve düşünce kuruluşlarının dış politika meselelerindeki çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şüphesiz her düşünce kuruluşu bir çıkara hizmet eder. Burada TASAM’ın belirlediği çıkar ölçüsü de milli menfaatlerdir. Ülke vizyonu ne yönde gelişiyorsa o sürece aktif ya da proaktif katkı sunmak gerekir. Doğru olan işlere aktif olarak katılmakla birlikte, proaktif olarak eleştirel bir bakış açısının Türkiye’de henüz tam olarak gelişmediğini görüyorum. Dolayısıyla yapıcı eleştirel bir bakış açısının daha fazla kurumsallaşması gerektiği kaaatindeyim.
(Sabah Gazetesi Röportajı)